Kariyerinizde Rol Model – Berra Kılıç
Finans sektöründe kariyer yapanlar, yapmak isteyenler için çok önemli bir örnek Berra Kılıç, şu anda Turkish Yatırım A.Ş. Genel Müdürü ve yönetim kurulu üyesi. Aynı zamanda İMKB Yönetim Kurulu üyesi. 1986 yılında kurulan İMKB’de ilk kadın yönetim kurulu üyesi. Ayrıca Takasbank’ın denetleme kurulu üyesi.
Berra Kılıç, “temel işim aracı kurumumun genel müdürlüğü ve yönetim kurulu üyeliği” diyor. “TÜGİAD’da da 4 yıl yönetim kurulu üyeliği ve genel sekreterlik yaptım. TÜGİAD’da bir yaş sınırı uygulaması var, nefis bir dernektir. 25 yaşında girebiliyorsunuz, 45 yaşında da fahri üye oluyorsunuz ve bütün yönetim organlarından çıkıyorsunuz. Keşke ülke yönetimi de böyle olsa. Ben yaş haddinden çıktım, şimdi fahri üyeyim. Tam 45 olunca seçme seçilme ve yönetim organlarında bulunma hakkınız ortadan kalkıyor ama üyeliğiniz devam ediyor.”
– Peki, şu an yaptığınız iş dahilinde bir gün içerisinde neler yaparsınız? Sizin yaptığınız işi yapan birisinin günü nasıl geçer?
Bizim alanımızda genel müdür seviyesinde yapılan işler tabii farklı.
Uzman seviyesindeki arkadaşların bir günü daha farklı geçiyor. Okurlarınız için ilk önce onların gününü anlatayım, çünkü çok daha yakın ve tercihlerini etkileyebilecek bir örnek olur. Bizim alanın en çok bilinen iki dalı, Broker’lık ve Dealer’lık.
Broker’lar İMKB’deki temsilcilerimiz. Çalışma yerleri İstinye Borsa Binası. Yatırımcılardan ve merkezdeki müşteri temsilcilerinden gelen emirleri borsanın sistemine giriyorlar. Bu alan ölmekte olan bir alan, öncelikle onu söyleyeyim, düşünen varsa “Aman ha!” diyoruz. Niye? Teknolojinin gelişmesiyle, artık emir girişi kişiye bağımlı olmaktan çıktı. Eskiden sadece salondan sisteme emir girilebilirken artık şirket merkezinden giriş yapılabiliyor.
Dealer’lık diye bilinen Yatırım Uzmanlığı, oldukça ağır bir iş. Sabah 8.30 civarı işe gelirler, Amerika ne oldu Uzak Doğu ne oldu incelerler, günü toparlarlar. 9:00 gibi müşteri emirleri onlara ulaşmaya başlar. 9.30’da seans açılır. Hem İMKB’de, hem de İzmir Vadeli İşlemler Borsası’nda kontratların alım satım emirleri yatırımcılar tarafından yatırım uzmanı arkadaşlara iletilir. Öğle arası yok çünkü piyasalar kapanmıyor, akşam 17:10’a kadar tam bir konsantrasyon halinde iş yapıyorlar. Bu operatif bir iş de değil, yatırımcıları yönlendirmeleri de gerekiyor. Nihai karar yatırımcıda ama bilgi verip yönlendiriyorlar. 18:00 civarı işleri bitiyor, oldukça yorgun bir şekilde eve gidiyorlar.
Bir de Portföy Yöneticilerimiz var. Onların müşteri teması yok, alım satım kararları tümüyle onların. Yani iki tür müşterimiz var, bir grup müşteri alım satım kararlarını kendi vermek istiyor, onlarla Dealer arkadaşlarımız ilgileniyor; bir grup müşteri ise size şu kadar para veriyorum, siz yönetin, bana üç ay sonra hesabını verin diyor, onlarla da Portföy Yöneticisi arkadaşlar ilgileniyor.
Bu pozisyonlara destek veren araştırma birimleri var, onlara da çok önem veriyoruz. Bütün yazılım uzmanlarına ve müşterilere, sektörel ve makro ekonomik analizler çıkarıyorlar.
Bana gelince, Genel Müdür olunca işiniz stratejiyi saptamak oluyor. Benim günlük müşteri temasım çok olmaz. Daha çok hedefleri koymak, hedefleri takip etmek, prosedürlerin oluşturulmasıyla ilgilenirim. Sektör çok dinamiktir, yeni ürünler bulunması ve onların uygulanması, şirketi diğer şirketlerden ayıracak niche alanların saptanması gibi daha yukardan bakılması gereken işlerle ilgileniyorum. Tabii ki günlük konularla da ilgileniyorum, insan kaynakları konuları, risk yönetimi gibi… Yani yönetim okuyan bir kişiye yönetimin fonksiyonları başlığı altında okutulan herşey. Planlama, organizasyon, yönlendirme, koordinasyon. Ben tamamen bunu yapıyorum.
– İş hayatınıza başlangıcınızı, geçtiğiniz süreçleri kısaca anlatır mısınız?
Marmara Üniversitesi İşletme bölümü mezunuyum, Bahçelievler kampüsü. Okul bittiğinde aklımda gayet net iki şey vardı. Ya Boğaziçi Üniversitesi’nde master yapacaktım yada Sermaye Piyasası Kurulu’nda çalışacaktım. İkisi birbirinden çok farklı alanlar tabii. Boğaziçi Üniversitesi’nde master yapmak istiyordum, çünkü yabancı dilimi çok geliştirecekti ve bana bir ufuk açacaktı. Marmara Üniversitesi bize çok iyi bir işletme eğitimi verdi, gerçekten çok iyiydi ve ben faydasını yıllarca gördüm. Ama daha konvansiyonel bir okuldur, daha okul gibi okuldur. Boğaziçi biraz daha farklı bir kültür, onu yaşamak istiyordum.
1983 mezunuyum. 1982 yılında, ben mezun olmadan altı ay önce Sermaye Piyasası Kurulu kurulmuştu. İşletme mezunu olarak bunun iyi bir kariyer fırsatı olacağını tamamen kendi çabamla fark ettim. Hocalarımdan da bir yönlendirme almadım çünkü o dönem İstanbul’daki hocalar o organizasyonun farkında değildi. Ankara’da kuruldu, bu yüzden Ankara’da, özellike Ankara Siyasal’daki hocalar oldukça farkındaydı ve bütün öğrencilerini oraya kanalize etmişlerdi. İstanbul’daki okullar ise biraz daha piyasaya adam yetiştiriyordu.
Ben niye oraya yöneldim, çok basit bir nedenle. Türkiye olarak kapitalist bir düzeni seçmişiz. Sermaye piyasaları kapitalist düzenin çok önemli bir parçası ve o yıllarda Türkiye’de yok. 1980 yıllarında Türkiye piyasaları ve ekonomisi liberalleşmişti; 12 Eylül askeri darbesi sonrasında tekrar çok partili düzene geçilmişti ve ekonomi liberalleşiyordu. Bu alan ise yeni ve olmazsa olmaz bir alan, bütün kapitalist endüstrilerde var ve büyümenin önemli finans kaynaklarından birisi.
Şöyle düşündüm; “Yeni bir alanda yer almak iyidir.” Bu yaklaşımı kariyer yolunu çizmeye çalışan herkese tavsiye ediyorum. “Yeni ne oluyor?”. Profesyonel ve konvansiyonel alanlar tamam, ama yeni gelişen alanları tespit edebilmek o kadar önemli ki! Bütün nimetlerinden siz faydalanırsınız, ve benim için de öyle oldu.
Sermaye Piyasaları Kurulu’nun ve Boğaziçi’nin sınavlarına girdim, ikisini de kazandım. Normalde Boğaziçi dışardan yüksek lisansa pek öğrenci almaz, akademisyenlik düşünenleri tercih eder. Benim akademisyenlik gibi bir düşüncem yoktu. Aynı anda ikisini birden kazanınca tercih yapmam zor oldu.
Ben sermaye piyasası kurulunda olmayı tercih ettim. Başbakanlığa bağlı bir kamu kurumudur ve biz ilk elemanlarıydık. Üstümüzde 5-6 tane uzman vardı. Şimdi masanın pratik tarafında bulunuyorum ama o zamanlar piyasaları düzenleyen taraftaydım. Piyasalar nasıl olmalı hayal ettik, tasarladık. Kanunlar çıktı. Yönetmelikler çıktı. Henüz borsa yok, aracı kurumlar yok. Bir sermaye piyasası tasarlandı. O sürecin içerisinde yer aldım ve tabii olağanüstü eğitici bir süreçti. Bize çok eğitim verildi ve büyük yatırımlar yapıldı. İşe başından başlamanın güzel yanı bu, ellerinizle kuruyorsunuz.
– Yüksek Lisans ve Doktoranız hangi konu üzerineydi, size ne gibi katkıları oldu?
Serbest Piyasalar Kurulu’nun sağladığı en büyük imkanlardan birisi çalışırken yüksek lisans yapmaya olanak sağlamasıydı. Kamuda çalışmanın faydası bu, çoğu özel sektör kurumunda bunu yapamıyorsunuz. Biz işle beraber izinli olarak gidebiliyorduk.
Ankara’da olduğum için yüksek lisansı Siyasal’da yaptım. Tabii Ankara’da olup kendinizi Siyasalın dışında tutamıyorsunuz. Biliyorsunuz o bir ekol.
Yüksek lisansımı özelleştirme üzerine yaptım. Tez konum “Özelleştirme ve Özelleştirmenin Serbest Piyasa Üzerine Etkileri” idi. O yıllarda özelleştirme çok büyük bir rüzgardı, özelleştirmenin başındaydık. İngiltere’de çok büyük özelleştirmelerin yapıldığı, “Türkiye’de de olsa iyi olur” dendiği yıllardı. Ben “sermaye piyasasına olumlu etki yapacak şekilde neler yapılabilir” konusuna yöneldim.
Herkes adına çok faydalı oldu, ben de çok faydasını gördüm. Öncesinde konu hakkında başka eser yoktu, sermaye piyasası kurulu bu tezimi kitap olarak bastı. Ayrıca Milliyet gazetesi o sene yılın ekonomi ödüllerini verirken tamamen tesadüf olarak bu konuyu seçmiş. Ben biraz düzenleyip o yarışmaya da gönderdim, orada da derece aldı.
Yıllar sonra Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde bir arkadaşım aradı, “Berra çok önemli bir şey oldu” dedi. “Nedir?” dedim. “Cumhurbaşkanı’yla görüşmeye gittim, masasında senin kitabın vardı, onu okuyordu.” dedi. Büyük bir tesadüf, 25 yaşında yazdığım bir çalışmayı yıllar sonra Türkiye’de özelleştirmenin mimarı olan Cumhurbaşkanı okurken bir arkadaşınız görüyor. Demek ki bir işe yaradı, öyle düşünüyorum.
Doktoram bireysel emeklilik konusundaydı. O da çok doğru bir zamandaydı. İş hayatında zamanlama çok önemlidir. Doğru alana yönelmek, olmayanın üstüne gitmek… Ben özelleştirme konusunda çalışırken özelleştirme diye bir şey yoktu, ben bireysel emeklilik konusunda tez yazdım, daha kanun yoktu.
Ben üzerinde çalıştığım dönemde bireysel emeklilik Dünya’da oturmuş ama henüz Türkiye’de olmayan, hem bireylere, hem de sermaye piyasalarına büyük katkıları olan bir alandı. Türkiye’de ne olmalı, nasıl yapılanmalı konusunda bazı savlar ortaya koydum. Benim tezim kabul edildikten kısa bir süre sonra kanun çıktı. Bana faydası şöyle oldu, bireysel emeklilik alanına giren pek çok şirkette eğitimler verdim.
– Bu noktada önemli bir soru şu olacaktır, siz bu yeni alanları nasıl bu kadar iyi takip ettiniz? Sizinle aynı dönemdeki meslektaşlarınızla aranızdaki farkı nasıl yarattınız?
Dünya’yı, yayınları, trendleri çok takip ederim, çok okurum. Eğitim devam eden bir süreçtir, antenlerimi hep açık tutarım. “Bitti, ben oldum” gibi bir nokta yoktur. “Ne olabilir, başka ne yapılabilir? Dünya nereye gidiyor? Bizde ne eksik var?”
Çok sorgulayıcıyımdır, olmuş olanları veri kabul etmem. “Daha değişik olabilir, şu eksik” diye düşünürüm. Var olanı kabullenmektense “Başka türlü nasıl olabilir, nasıl dönüştürebilirim?” diye düşünürüm.
– Peki bu eğitiminizin size kattığı bir özellik mi?
Hiç zannetmem.
Açıkçası ben şimdiki gençler kadar iyi bir eğitim aldığımı düşünmüyorum. Sıradan bir okulda okudum, Yeşilköy Ticaret Meslek Lisesi mezunuyum, öyle kolejli filan değilim. Hatta ticaret lisesi mezunu olduğum için hayata bir hayli de geriden başlamıştım. Meslek lisesi olduğu için insanı tek bir alana yönlendirip sadece o alanda yetiştiren bir eğitim aldım. Ardından çok köklü, ama sıradışı olmayan bir eğitim aldım.
Bende bunu ne sağladı? Özellikle lisede okurken; Dünya’yı, Türkiye’yi değiştirmek isteyen insanlar vardı. Seksen öncesi kuşak Türkiye’de bir şeylerin iyi gitmediğini, daha iyi şeyleri hak ettiğimizi düşünüp, bunun için savaş veriyordu. Yöntemleri tartışılır ama o çatışma ortamında 15 – 18 yaşlarında olmak, bir tarafta da olmak zorunda kalmak söz konusuydu. Ben hiç dogmalarla hareket eden birisi olmadım, hep “Hangisi doğru, Ne oluyor, Kim ne istiyor?” diye dinledim, bir sürü de toplantıya katıldım. Kimse beni kolumdan bir yerlere çekiştirmedi. Sonunda da bir taraf seçtim.
Hep sorgulayıcı oldum. “Bunları söylüyoruz ama doğru mu söylüyoruz? Bunlar yapılacak doğru şeyler mi?” Sorgulama alışkanlığım tamamen bu dönemden geliyor. Seksen öncesi doğru noktada durabilmek için başlattığım sorgulayıcı çaba hayatım boyunca devam etti.
– Liseden biraz daha geri gidelim, çocukluğunuzda hayalinizdeki meslek neydi?
Avukatlıktı.
– Peki lise bittikten sonra üniversitede okumak istediğiniz bölüm?
Yine avukatlıktı. Ticaret lisesi mezunları sadece İktisadi Ticari Bilimler Akademilerine kabul edildiği için avukat olamadım. Liseden mezun olduktan sonra ailem başka şehirde okumama da izin vermediği için üniversiteye tek tercihle girdim, o da zaten Marmara Üniversitesi İşletme bölümüydü.
İlk sene ek derslerin hepsini verip ayrıca bir de lise diploması da aldım, tekrar ÖSS’ye girip hukuk kazanırım diye, çünkü ÖSS puanım da çok iyiydi. Hatta beni kayıt eden kız şaşırmıştı “Bu puanla burada ne işini var?” var diyerek, “Sadece burası beni kabul ediyor” demiştim.
Ama sonra okulumu değiştirmedim çünkü, belki okurlarınıza iyi bir örnek olmayacak ama, okulum çok kolay gelmişti bana. Derslerin çoğunu lisede görmüş olduğum için, ilk dönemin sonunda anormal bir not ortalamam vardı.
Boğaziçi Üniversitesi’ne yatay geçiş için başvurdum, kabul edildim ama gitmedim. Mesela bu bir hatadır, dönüp baktığımda bunu yapmalıydım diye düşünüyorum. Niye yapmadım? Çünkü okulum evime çok yakındı, çok seviyordum ve dersleri çok rahat hallediyordum. Başka bir sürü şey yapmaya vaktim kalıyordu. “Şimdi gidip Boğaziçi’nde zorlanacağıma…” diye düşündüm.
– Başka bir sürü şeye vaktim kalıyordu dediniz, okul hayatınızda ne gibi şeylerle ilgileniyordunuz, ne tip etkinliklere katılıyordunuz?
Herşey!
Ben hemen hemen bütün kulüplerde çalıştım. O zaman kulüplerin sayısı şimdiki kadar çok değildi tabi. Satranç oynuyordum, satranç klübündeydim. Uzun zaman Halk Oyunları Kulüplerinde oldum. Felsefe klübünü kurdum ve devam ettim. Osmanlı Tarihi klübü vardı, oraya çok meraklıydım.
Üçüncü dördüncü sınıfta zaten üniversitenin kültürel kollar koordiatörlüğünü yapıyordum. Bütün kültürel kollar bana bağlıydı. Son sınıfta yıllık çıkartan gruptaydım. Belki derslerden çok diğer konularda vakit geçirdim diyebilirim.
Bunu önemsiyorum ama belki söylemeye de gerek yok, şimdi bakıyorum bütün öğrenciler kültürel faaliyetlere katılıyorlar.
– Katılanlar olduğu kadar katılmayanlar da var, niyetlenip harekete geçmeyen öğrenciler çoğunlukta.
Muhakkak katılmalılar. Muhakkak. O kadar çok şey alıyorsunuz ki. Ben ilk gerçek anlamda bir iş yerini ve yöneticiyi yıllık için reklam almaya gittiğimde gördüm. Bizim üniversitemizden mezun dört beş tane iş adamını ziyaret ettik, gerçekten vizyonumuz açıldı.
– Stajlarınız peki?
O yıllarda staj pek yapılmazdı. Fırsat olsaydı kesinlikle yapardım.
– Biraz farklı bir konu olacak ama, iki kızınız var. İki çocuk annesi olup, böyle bir kariyer yapmak, bu kadar sorumluluğun altına girmek zor olmadı mı? Arada kaldığınız oldu mu?
Arada kaldım diyemem. Çünkü çalışıyor olmak benim için tartışılacak bir şey değil. Ben iş hayatının içinde olmalıyım ama çocuklarımı da ihmal etmem.
Bu konuya biraz daha farklı yaklaşayım. Ben ilk çocuğumu doğurduğumda 37, ikinciyi doğurduğumda 39 yaşındaydım. İlk çocuğum doğduğunda 18 yıllık evliydim. Geç evlenmedim, erken evlendim ama çocuk yapmamayı tercih ettim, çünkü belki o zaman arada kalabilirdim.
Bir taraftan kariyeriniz için çalışıyorsunuz, hem de çok yoğun çalışıyorsunuz, diğer taraftan da çocuğa bakarsanız ikisini dengelemek kolay olmayabilir. Ben gayet gerçekçi olarak, 35 yaşıma doğru kariyerimde gelmek istediğim yere geldiğim için ondan sonra çocuk yaptım. O noktadan sonra vaktinizi daha esnek ayarlayabiliyorsunuz. Dolayısıyla kariyerimi tamamlayıp öyle çocuk yapmak doğru bir karar oldu.
Çok iyi bir anne olduğumu düşünüyorum, çocuklarıma çok vakit ayırıyorum çünkü aklımda başka bir şey yok. Onlar doğana kadar Türkiye’nin neredeyse tümünü gezdim, seyahatlere çıktım. Yani içimde “Şunu da yapmadım, eksik kaldı” dediğim bir şey olmadı. Artık kendimi çocuklara adayabileceğim bir yaşta çocuk yaptım. Erken yaşta çocuk yapanlarda o oluyor, içlerinde yaşamamışlıkları kalıyor. Ben artık çocuklarımla birlikte olmanın keyfini sürüyorum.
– Kariyerinizde kaldıraç ve kırılma anları oldu mu?
Kırılma anı herhalde ilk kızımın doğduğu zamandı. Herhalde hormonsal bir şeydi çünkü çok ciddi olarak acaba iş hayatına geri dönmesem mi diye düşündüm. Ama geçti. Sanırım çalışmak için yaratılmışlardanım.
Kaldıraç anı olarak ise, herhalde özel sektöre geçiş kararımdı. Sermaye Piyasası Kurulu’nu bırakıp özel sektöre geçiş kararı. Bir de Boğaziçi Master ve SPK arasındaki kararımdı. Mesela pek çok arkadaşım SPK’da kaldı, uzman olarak devam ediyorlar.
Zaman zaman risk almayı bilmek lazım, ama kişinin kendini tanıyor olması da lazım. Kişi, yeteneklerine uygun riskler almalı. Mesela ben hiçbir zaman girişimci olmadım. Her zaman bu sektörde profesyonel ve yönetici oldum, halbuki kendi aracı kurumuma sahip olmak için çok fırsatım oldu. Ben bu şekilde iyiyim, kurumsal organizasyonlarda büyük işleri yönetmek konusunda iyiyim. Defalarca aracı kurum satın alma yada ortak olma fırsatım olmasına rağmen yapmamayı tercih ettim ve bunun da çok doğru bir karar olduğunu düşünüyorum.
– Peki şans ve rastlantılar kariyerinizi nasıl etkiledi?
Ben şöyle düşünüyorum, bilemiyorum şans mı demek lazım ama doğru zamanda doğru yerde olmak çok önemli. Bunun adı şans mı, pek sanmıyorum… İnsan kendi şansını kendi belirler diye düşünenlerdenim, hayatımda hiçbir şey rastlantısal olmadı. Ama doğru zamanda doğru fırsatları görebildim ve değerlendirebildim, bu şans değil bana göre.
Doğru yerde doğru zamanda olmak şans değil, siz götürüyorsunuz kendinizi oraya. Hep daha iyi aracı kurum genel müdürlüklerine doğru iş değiştirdim. Bu nasıl oldu? Hem işi iyi yapıyorsunuz hem de doğru insanlarla network oluşturuyorsunuz. Sonra size iş teklifi geliyor. Bu bir şans mı? Zannetmiyorum.
SPK’dan özel sektöre geçiş de önemli bir zamanda oldu. Doğru zamanda SPK’ya başlayıp 8 yıl çalıştım orada. Aracı kurumlar kurulmaya başladığında henüz insan kaynağı yoktu. O yüzden size teklif geliyor, onları değerlendirmek önemliydi. Özel sektöre geçiş sonrasında da sektörün kurallarına uygun iş yapmak, ama hep bir çizgiden sapmadan hareket etmek önemliydi. Her işte gri noktalar vardır ve onlara dikkat etmek gereklidir.
Doğrularınız ve kırmızı çizgileriniz olacak, prensipleriniz olacak. Onlardan vazgeçmeyecek ve onları takip edeceksiniz. Para herşey değildir, kariyerinize, markanıza yatırım yapacaksınız. Ben bunlara dikkat ettim. Yani daha çok para kazanmak için bir iş teklifini kabul etmedim. Kriterlerim nasıl bir şirket, kimlerle çalışacağım gibi sorulara bulduğum cevaplar oldu.
-Bu sorumuz biraz uzun;
Türkiye’de işletme okuyan gençlerin sayısı bildiğiniz gibi sizin zamanınızdan beri çok arttı. Artık neredeyse her üniversitenin bir işletme fakültesi var. İşletme mezunu olan genç sayısı da çok fazla.
Sizin geçtiğiniz yerlerden geçecek olan bu öğrencilere tavsiyeleriniz, motive edecek, daha başarılı olmaya yönlendirecek önerileriniz var mı?
Bir de şimdiki işletme mezunları pek çok alana yönelebildiği için akıllarındaki en büyük soru “İşletme mezunuyum ama ne iş yapacağım, ne yapacağım”? Bunu bilmiyorlar; bunu nasıl saptamalılar?
Tabii dediğiniz gibi bizim zamanımızla şimdi arasında çok fark var. Şanslı oldukları taraflardan başlayalım.
İşletme mezuniyetinin ne anlam ifade ettiği kamuoyunda biraz daha anlaşıldı. Ben bu alanı seçtiğimde, ki 25 yıl öncesinden bahsediyoruz, dalga geçiyordu insanlar “Neyi işleteceksin?” diye, çünkü bilinmiyordu. Şimdi çok daha şanslılar o konularda.
İşletme elbette ki çok geniş bir alan. Üniversitede okurken bu 4 – 5 yılı boşa geçirmemeleri lazım.
Ne olabilirsiniz? Tipik olarak bankacı olabilirsiniz, sermaye piyasasında çalışabilirsiniz. Yani finans sektöründe çalışabilirsiniz. Bankalar, leasing, factoring, sermaye piyasaları… Öğrencinin istediği bu mu?
İkinci olarak endüstride işletmecilere çok ihtiyaç var. Muhasebe, insan kaynakları, ara yönetim kadroları; yani fabrikalarda, bizzat sanayinin içinde yada ticari şirketler bünyesinde de çalışabilirsiniz. Bir de kendi işinizi yapabilirsiniz. Mesela Marmara İşletme mezunlarının önemli bir kısmı serbest muhasebeci mali müşavir olur, kendi firmasında mali müşavirlik işini sürdürür. Dördüncü bir alanda yine ciddi bir alan bağımsız denetim alanıdır. Tabii başka her türlü alana kayanlar da oluyor.
Ne istediğinizi bilmek için okul sırasındaki araştırma çabaları çok önemli. Neye uygun olduğunuzu saptamalısınız. Siz belki bankacı olmayı hayal ediyorsunuz ama bir bankada gidip iki ay çalışsanız bu işin hiç size göre olmadığını anlayabilirsiniz. Onun için gerçekten birinci sınıftan itibaren her yaz döneminde staj yapmaları lazım.
Eminim ki staj yapmanın zorlukları, staj yapacak yer bulamama gibi konular gündeme gelecektir, böyle bir şey yok. Gerçekten ben bunlara inanmıyorum. Çok zorlamaları lazım. Biraz tembellik yapıyorlar bu konularda. Hep duyuyorum “Ay çok zor” diye, oysa ki mesela mezunlar cemiyeti var. Mesela ben kendi üniversitemin mezunlar cemiyeti ile çok yakın ilişki halindeyim. “Gönderin bana öğrenci” diyorum, gereğinden az geliyor. Benim kaldırabileceğimden daha az öğrenci geliyor. Birçok başka meslektaşım da aynı şeyi söylüyor. Bunu kullanmaları lazım.
İşletme mezunu her işi de yapmaz aslında, bu saydığım işleri yapar. Bağımsız denetim iyi bir nokta kesinlikle. Bağımsız denetim şirketlerinde çalışmak bir nevi staj gibi görülmeli. Bağımsız denetim işini paralı staj gibi düşünsünler diyorum. Çünkü genelde giriyorlar, çok güzel bir temel alıyorlar. Çeşitli sektörlerdeki şirketlerde bağımsız denetim yapıyorlar. O sırada o endüstrileri tanımış oluyorlar. Çok iyi bir başlangıç noktası olarak düşünüyorum.
Ankara dışı okullar çok fazla kamu kurumlarıyla ilgili olmuyor ama hala çok iyi meslek grupları var. SPK hala çok iyi. DPT, Merkez Bankası; hani bir parça o tarafta neler oluyor diye bakmalarını tavsiye ederim.
– Bir dönem MBA dersleri vermiştiniz. Öğrenci olan okurlarımıza örnek olsun diye şöyle bir sorumuz olacak;
Kendi öğrencileriniz arasında bir yönüyle aklınızda yer etmiş birisi var mı? Hangi özelliğiyle aklınızda yer etti?
Benim aklımda yer eden, alıp bu mesleğe kazandırdığım, yıllardır gittiğim her şirkete benimle birlikte taşıdığım elemanlarım var. Hatta bir tanesi şu anda burada çalışıyor. MBA’de tanıdığım çok parlak bir öğrenciydi.
– İlk hangi yönüyle ilginizi çekti?
Merakıyla. Merakı ve sorgulamasıyla, heyecanıyla. Tamamen ayırt ediliyor. Baktığınız anda “İşte bu” diyebilecek kadar ayırt edebilirsiniz. Çünkü o size çok sorgulayan gözlerle bakar, açtır birşeyler öğrenmeye. Hakikaten uğraşıyordur. Hemen anlarsınız.
– Genç mezunlarla işe alım mülakatları yapıyor olsanız, siz yapmıyorsunuzdur da ama…
Yok, yapıyorum. Bazen yapıyoruz.
– Peki işe alım mülakatı yaptığınız sırada ne gibi özellikleri onu öne çıkarıyor? Dersleri mi, notları mı, kulüp aktiviteleri gibi şeyler mi… Neler?
Eğitimi tabii ki önemli. Bize uygun bir alandan çıkmış olması lazım. Biz ister istemez şuna da bakıyoruz. Sermaye piyasa alanında çalışmak için çeşitli lisanslar gerekiyor. Temel düzey, ileri düzey olmak üzere. Bazı öğrenciler o kadar bilinçli oluyorlar ki üniversite sırasında gidip o lisansları almış oluyorlar. Mesela öyle bir kişi direkt gelir başlar. Neden? Bunu takip etmiş, öğrenmiş. İşi düşünmüş, sınavına girmiş. Demek ki bu alanda kariyer yapmayı kendine hedef olarak koymuş. Bunun çok somut bir kanıtıdır bana göre. Otomatikman öne geçer. Bir kulüpte çalışıyor olmasından daha önemlidir çünkü bu çok farklı bir nokta. Öyle arkadaşlarla da karşılaşıyoruz. Ben bu alanda çalışacağım diyor ve o alanda ne gerekiyorsa gidiyor onu alıyor.
Onun dışında bizim sektörün iş koşullarına dayanıklı olabilmesine bakarım. Dışa dönük olması gereklidir. İletişimi iyi olmalı, sürekli müşterilerle günde 6-7 saat telefonda olacak.
Üniversitedeyken Sermaye piyasalarıyla ilgilenmiş mi? Dergilerin düzenlediği portföy yöneticisi yarışmaları oluyor, bu alanla ilgilendiği görmek iyi oluyor. Diplomayı alıp hasbelkader bize başvurmamış. Sonuncu mu olmuş? Fark etmez, ama önemli olan ilgilenmiş ve yarışmaya katılmış.
– Sizin şirketinizde Dealer ve Portföy Yöneticisi konumunda çalışanlarınız hangi bölüm mezunları oluyor?
Genellikle iktisat yada işletme.
– Peki, yine farklı bir konuya atlayalım.
Türkiye’de iş kadını olmak konusundaki düşünceleriniz nelerdir? İş hayatınızda kadın olduğunuz için size önyargıyla yaklaşıldığını hissettiğiniz oldu mu?
Önce şunu söyleyeyim türkiye’de çok çalışan kadın var, bankacılık finansta. Sorun, yukarı doğru çıkarken, yönetici seviyelerinde sayının çok azalması. Bizim sektörümüzde 98 tane aracı kurum var, zorlasak 8 tane kadın yönetici bulabiliriz. Halbuki çok da başarılı kadınlar var. Niye olmuyor? Sanırım biraz ev aile iş kıskacı onları arkada tutuyor, kendilerine, kariyerlerine biraz daha az yatırım yapıyorlar. Hedefleri yönetim ve üst kademeler olmuyor.
Ciddi bir erkek dayanışması var tabi, bunu kırabilen az sayıda kadın oluyor. Bu bilinçli bir dayanışma mı? Değil, ama aynı maça gidiyorlar, ortak alanları var, ortak organizasyonları var. Böyle bir dayanışma çıkıyor. Özel olarak kadınlar ilerlemesin diye bir gayret var mı? Açıkcası o da yok, bizim endüstrimizde hiç yok. Ben orada biraz kadınların daha yüksek hedefler koymaları gerektiğini düşünüyorum. Kendime de hiç kadın genel müdür, erkek genel müdür ayrımıyla bakmadım.
– Özgeçmişinizi incelerken Para dergisinden Yılın Altın Adamı ödülünü aldığınız dikkatimizi çekti.
Evet, evet. O törende yaptığım konuşmayı çok iyi hatırlıyorum. “Ya bu ödülü yanlış kişiye verdiniz, yada ödülün adını değiştirmelisiniz!” demiştim.
– Turkish Yatırım haricinde İMKB, Takasbank ve bir çok Sivil Toplum Kuruluşlarında çalışmak sizi nasıl etkiliyor?
Bu benim meslekte 25. yılım. Sektörde çıkarlarınızı koruyabilmek ve geliştirebilmek için çeşitli sivil toplum kuruluşlarında yer almanız gerekiyor. Çok sayıda organizasyon var, seçici olmak gerekiyor. Yüzlerce derneğe üye olan arkadaşlara rastlıyoruz o da yanlış. Birkaç tane seçip bütün enerjinizle orada çalışmanız lazım.
TÜGİAD daha girişimcilerin ağırlıkta olduğu bir dernek, pek profesyonel yoktur. Neden orayı seçtim? Biraz iş dünyasının o tarafını göreyim diye. O dünya nasıl, o dünyada finans nasıl gözüküyor? Bir de bu 25 – 45 yaş olayı çok desteklediğim birşeydi.
İkincisi FinansKulüp, Türkiye Finans Yöneticileri Vakfı. Zaten orada olmamız lazım. Orada da yönetim kurulu üyesiyim. Bir de kendi sektörümün Aracı Kurum Yöneticileri Derneği. Bu kulüplere de çok mesai harcadım, hem çok şey kazandırdım hem de çok şey öğrendim. Sivil toplum kuruluşlarını ihmal etmemek lazım.
İMKB’ye gelince. 25 yıl bu meslekte geçirip, STK’larda çalışıp sektörel konularda düşününce o sizi bir nevi sektör lideri haline getiriyor. O zaman seçimle girilen çeşitli platformlarda şansınız artıyor.
İmkb şöyle yönetilir, başkanı hükümet tarafından atanır, 4 üyesini sektör seçer. Siz sektöre katkı sağlayabileceğinizi ortaya koymuşsanız, sektör de sizi daha fazla katkı sağlayabileceğiniz yerlere yönlendiriyor.
Bu her zaman böyle. Sadece kendinizi, kendi şirketinizi düşünüp kapalı kalmamanız lazım. Bir adım yukarı çıkıp sektörünüzü düşünmeniz, bir adım daha yukarı çıkıp ülkenizi düşünmeniz lazım.
Yani ben iyi bir iş adamımın üçünü de bünyesinde barındırması gerektiğini düşünüyorum. Biz ülkemize de karşı sorumluyumuz, toplumumuza karşı da sorumluyuz. Bütün bu sorumlulukları bir arada yerine getirmemiz lazım.
– Son olarak, daha farklı bir soru sormak istiyoruz; Kültürel hobileriniz nelerdir, nelerle ilgilenirsiniz? Sizi yönlendiren, gençlere tavsiye edeceğiniz film yada kitaplar var mı?
Ben çok okurum, aynı anda 3-4 kitap okurum. Ama şöyle bir şey yok, “Bir kitap okudum, hayatım değişti.” Bu yok. Çok okumak lazım, önereceğim şey çok okumak. Şimdi gençler için çok uyaran var, internet ve bilgisayar oyunları dikkatlerini çok dağıtıyor. Üstelik yeni jenerasyon test kitabı çözerek büyüyor. Bazı yerleri gelişiyor belki ama bazı yerleri de köreliyor.
Bir sayfa rapor yazmakta zorlananlar oluyor. Defalarca düzelmesine rağmen benim önüme geldiğinde hala düzeltilmeye muhtaç raporlar görüyorum. İyi konuşamayan, Türkçe’yi az kelimeyle konuşan insanlar var. Bu çok kötü.
İyi bir iletişim hayatta herşey. İnsanlarla, toplumla, ailenizle iletişiminiz çok önemli. Çok okumak, nitelikli okumak önemli. Biz lisede bütün klasikleri okumuştuk, belki o dönemki siyasi atmosferin de etkisiyle çok okuma alışkanlığı kazandık. Durgun Don, Ana, Anna Karanina, Zengin ve Yoksul… çok güzeller. Ve biz bunların üstüne birşeyler inşa ede ede bu günlere geldik.
Türk klasiklerini okuduk, Yaşar Kemal, Nazım Hikmet… Hayata bakışınızı, hayata direncinizi onlar sağlıyor. Bu ülkenin hangi koşullardan kalkıp buralara geldiğini anlıyorsunuz, daha mücadeleci oluyorsunuz. Seçici okumak önemli, sadece çok satan kitaplarla, öyle Secret türü şeylerle olmaz. “Okuyacağım, hayatın sırrına ereceğim.” Hayır, böyle bir şey yok. Çok okuyarak, geniş okumak, klasikleri, Türk romanlarını okumak lazım.
Belki şimdinin teknoloji çağında çok oturmayacak o kitaplar ve içindekiler ama geçmişinizi bilmeden geleceğinize de bakamıyorsunuz. Türkiye’nin gerçekleri var, bunlara vakıf olmak lazım. Endüstri çağındayız ama Türkiye sadece İstanbul’dan ibaret değil.
Çok film izlerim ama çok seçici giderim. Az sayıda gidilen, gişe için yapılan filmlerden ziyade arayıp bulup özel filmlere giderim. Daha festival filmleri, sanatsal filmler. Aklıma gelen isimler… “Gitmek”, mesela çok az kişi izlemiştir muhtemelen. Duyulmadı bile. Böyle filmler çok kısa süre oynayabiliyor. “Mutluluk” filmi vardı. Ama şimdi aklıma başka isim gelmiyor, sonra mail atarım ben size. Troya dans gösterisi mesela, çok güzeldi.
Opera dinlerim, mesela Süreyya Opera’sındaki her temsile giderim. Şen Dul’a gittim, Kamelyalı Kadın ve Triviata’ya biletim var. Sırf o salonu görmek için bile gitmeli insanlar oraya diye düşünüyorum.
Hep sanatın kültürün içinde olmak lazım, çok zenginleştiriyor bizi. Bu dünyanın dışına da çıkarıyor bizi, maddi dünyanın dışında düşünce dünyamızı da güçlendiriyor.
Çok güzel bir röportaj oldu, çok teşekkür ederiz.
Röportaj Can Sungur